Bu bloga abone ol
en güncel öyküler
VİCDANIMDAN BAŞKA KİMSEDEN KORKMAM BEN!
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Bu Blogda Ara
Bu sitede zaman zaman, hayata dair bir çok yaşanmışlık, değişik bakış açıları, farklı düşünme biçimleri ve etkileyici öyküler bulacaksınız. Keyifli okumalar.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Etiketler
1999 Tuzla
Depremin acımasız yüzü kendisini tüm etkisiyle göstermişti okulda... Duvarları çatlamış binalar, etrafta moloz yığınları, her bir yana dağılmış binlerce çadır, bardaktan boşalırcasına günlerdir yağan yağmur, diz boyu çamur, koşuşturan yüzlerce yeşil kıyafetli insan...
Sonradan adının nizamiye olduğunu öğrendiği klubenin içerisine girdiğinde, elindeki belgeyi uzattığı kişi, gözlüğünün altından elindeki kağıdı biraz inceleyip, bi evraka bir de İhsan'a baktıktan sonra; "şurda bekle, gelip alacaklar sizi!" dedi, sert ve tok bir ses tonuyla...
Dışarı çıkıp on adım ilerideki kalabalığın yanında kendine bir yer buldu ve beklemeye başladı...
Fıtratında vardı belki de bu itaat, sessizlik ve biat...Ayakta beklerken bile kımıldamama güdüsü! Kafasını çevirip bakmama, suratına oturmuş o ciddiyet, karnındaki tuhaf heyecanla karışık karın ağrısı...
Garip hissediyordu kendini... kafasında bir uğultu, şehrin nemi, tanımadığı bir yer, hiç görmediği bir sürü insan, yalnızlık, ait olamama hissi...yaşayan bir ölüyü andıran bir çaresizlik...
Tüm bu düşüncelerin çemberinde dolanıp dururken, bir düdük sesi ile irkildi...
-"Evet toplanın çabuk, hemen dörderli bir sıra yapın, uzat kolları, önüne bak, sen en arkadaki öne gel, kaldır kafaları, indir kolları!"
Koşulsuz ve sorgusuz bir itaat. Komutan mıydı bu? Niye bağırıyordu bizlere? Bu telaş ne?
-"Evet sıraları bozmadan yürü!"
Yürümeye başladılar omuzlarındaki valizlerle. Önlerinde bir rampa, kibrit kutusunu andıran bir grup, senkronize hareketlerle hızlı adımlarla ilerliyorlardı. Metruk bir binanın önünde durdular .Beşerli gruplar halinde binaya girip katılış işlemlerini yapacaklardı. İhsan, sıranın ortalarında bir yerlerdeydi. Hesabına göre kendisine altıncı beş kişilik grupta sıra gelecekti. Omzundaki valizini yere indirdi... o sırada bir sesle tekrar irkildi.
"Çömel!"
Bu sefer senkronize olunamamıştı. Kimi ayakta kalmış, kimi yavaşça ayak bileklerinin üzerine çömelme gayretindeydi. Kendilerini getiren komutan bu sefer "Kalk!" dedi...
Herkes doğrulduktan sonra grubun karşısına geçti, bir kaç merdiven üste çıkarak karşısındakilerin kendisini görebileceği şekilde ve sert bir ses tonuyla;
-" Burası Piyade Okulu! Ve sizlerde artık askeri öğrencisiniz. Komutlarıma harfiyen uyacaksınız ve seri hareket edeceksiniz!"
Şimdi " Çömel!"
Komutla beraber herkes bir anda çömeldi. Etrafa bir sessizlik çöktü. Acaba ne geçiyordu herkesin aklından. Herkes fiziken buradaydı ama beyinler nerelere gitmişti?
Sıra kendisine geldiğinde, beş kişilik grupla binaya doğru hareket ettiler. Şimdi hatırlayamadığı bir çok evrak işi... sadece aklında kalan binadan çıkarken baş parmaklarında kalan kırmızı mürekkep lekesi ve eline verdikleri kamuflaj, botlar...üstlerini değiştirecekleri yeri gösterdi aynı kişi...binalara deprem dolayısıyla girilemez raporu verildiği için bir müddet çadırlarda kalacakları söylendi. Herkes elindeki malzemelerle birer çadır buldu kendine. Girdikleri çadırların içi çamurdu, bir çırpıda üstlerini değiştirdiler. Kimi giydiği kamuflajın içinde kaybolmuş, kimi üzerine olmayan kamuflajla cebelleşip duruyordu. Botların durumu içler acısıydı zaten.Akşam olmak üzereydi, herkes iki kişi olacak şekilde çadırlara dağılmış gece yatacakları çadırları insanoğlunun yaşayabileceği bir yere çevirmeye çalışıyorlardı.Hava iyice karardığında diğer çadırlardan bir ses gelmeye başladı. Anadolunun bir çok orta halli çocuğu , bir çok masum yürekli kalp, günün yorgunluğu ile gösterilen yerlerde uyuyup kalmışlardı belki de... ama uyumayan birileri vardı belliki. Yozgatlı Sadık'ta onlardan biriydi.Yanık bir türkü tutturmuş, sesi her yerde yankılanıyordu. Cahildim dünyanın rengine kandım!
Sonradan adının nizamiye olduğunu öğrendiği klubenin içerisine girdiğinde, elindeki belgeyi uzattığı kişi, gözlüğünün altından elindeki kağıdı biraz inceleyip, bi evraka bir de İhsan'a baktıktan sonra; "şurda bekle, gelip alacaklar sizi!" dedi, sert ve tok bir ses tonuyla...
Dışarı çıkıp on adım ilerideki kalabalığın yanında kendine bir yer buldu ve beklemeye başladı...
Fıtratında vardı belki de bu itaat, sessizlik ve biat...Ayakta beklerken bile kımıldamama güdüsü! Kafasını çevirip bakmama, suratına oturmuş o ciddiyet, karnındaki tuhaf heyecanla karışık karın ağrısı...
Garip hissediyordu kendini... kafasında bir uğultu, şehrin nemi, tanımadığı bir yer, hiç görmediği bir sürü insan, yalnızlık, ait olamama hissi...yaşayan bir ölüyü andıran bir çaresizlik...
Tüm bu düşüncelerin çemberinde dolanıp dururken, bir düdük sesi ile irkildi...
-"Evet toplanın çabuk, hemen dörderli bir sıra yapın, uzat kolları, önüne bak, sen en arkadaki öne gel, kaldır kafaları, indir kolları!"
Koşulsuz ve sorgusuz bir itaat. Komutan mıydı bu? Niye bağırıyordu bizlere? Bu telaş ne?
-"Evet sıraları bozmadan yürü!"
Yürümeye başladılar omuzlarındaki valizlerle. Önlerinde bir rampa, kibrit kutusunu andıran bir grup, senkronize hareketlerle hızlı adımlarla ilerliyorlardı. Metruk bir binanın önünde durdular .Beşerli gruplar halinde binaya girip katılış işlemlerini yapacaklardı. İhsan, sıranın ortalarında bir yerlerdeydi. Hesabına göre kendisine altıncı beş kişilik grupta sıra gelecekti. Omzundaki valizini yere indirdi... o sırada bir sesle tekrar irkildi.
"Çömel!"
Bu sefer senkronize olunamamıştı. Kimi ayakta kalmış, kimi yavaşça ayak bileklerinin üzerine çömelme gayretindeydi. Kendilerini getiren komutan bu sefer "Kalk!" dedi...
Herkes doğrulduktan sonra grubun karşısına geçti, bir kaç merdiven üste çıkarak karşısındakilerin kendisini görebileceği şekilde ve sert bir ses tonuyla;
-" Burası Piyade Okulu! Ve sizlerde artık askeri öğrencisiniz. Komutlarıma harfiyen uyacaksınız ve seri hareket edeceksiniz!"
Şimdi " Çömel!"
Komutla beraber herkes bir anda çömeldi. Etrafa bir sessizlik çöktü. Acaba ne geçiyordu herkesin aklından. Herkes fiziken buradaydı ama beyinler nerelere gitmişti?
Sıra kendisine geldiğinde, beş kişilik grupla binaya doğru hareket ettiler. Şimdi hatırlayamadığı bir çok evrak işi... sadece aklında kalan binadan çıkarken baş parmaklarında kalan kırmızı mürekkep lekesi ve eline verdikleri kamuflaj, botlar...üstlerini değiştirecekleri yeri gösterdi aynı kişi...binalara deprem dolayısıyla girilemez raporu verildiği için bir müddet çadırlarda kalacakları söylendi. Herkes elindeki malzemelerle birer çadır buldu kendine. Girdikleri çadırların içi çamurdu, bir çırpıda üstlerini değiştirdiler. Kimi giydiği kamuflajın içinde kaybolmuş, kimi üzerine olmayan kamuflajla cebelleşip duruyordu. Botların durumu içler acısıydı zaten.Akşam olmak üzereydi, herkes iki kişi olacak şekilde çadırlara dağılmış gece yatacakları çadırları insanoğlunun yaşayabileceği bir yere çevirmeye çalışıyorlardı.Hava iyice karardığında diğer çadırlardan bir ses gelmeye başladı. Anadolunun bir çok orta halli çocuğu , bir çok masum yürekli kalp, günün yorgunluğu ile gösterilen yerlerde uyuyup kalmışlardı belki de... ama uyumayan birileri vardı belliki. Yozgatlı Sadık'ta onlardan biriydi.Yanık bir türkü tutturmuş, sesi her yerde yankılanıyordu. Cahildim dünyanın rengine kandım!
Popüler Yayınlar
VİCDANIMDAN BAŞKA KİMSEDEN KORKMAM BEN!
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar


Yorumlar